game of thrones

mirova
Taht kapışmaları olarak da Türkçe'ye çevrilebilir. Ejderhaların ateş püskürmesi ile Taht etrafında dönmeye başlayan 7 hanedanlık lideri, ateş durduğu anda tahta oturmak zorundadır. İlk tahta oturan hanedan lideri demir tahtın sahibi olur.

wes anderson

oxlade
bu şahsına münhasır yönetmene ait filmler ile amanita games'in yaptığı oyunlar arasında hiçbir bağ olmamasına rağmen sanki hepsi aynı kafanın ürünü gibi.

aralarında herhangi bir bağ olmadığının farkındayım, herhangi bir duyum vs de almış değilim. söylemek istediğim; wes anderson'a ait bir film izlerken, hissettiğim yaratıcılık ve hayranlık, amanita games'e ait oyunlardan birini oynarken de hissediyorum ve bu duygu durumu bende çok nadir canlanabilen bir duygu durumu.

tevfik

itsatakan24
Güzel duruyor site. Tasarım açısından da sevdim geliştirilebilir de aynı zamanda yeni temalar falan daha çeşitlk kılınır. Eminim ki adminlikte hiç sorunu olmaz şahsen bu siteden ümidim bol.
2

quest for fire

mirova
Türkçe'ye Ateş Savaşı olarak çevrilen 1981 Fransız yapımı filmdir. Ateşin ısıtma, yiyecekleri pişirme ve vahşi hayvanlardan koruma gibi özellikleri olduğunu fark eden ilkel kabilelerin, ateşi ellerinde tutmak için verdikleri mücadeleyi anlatır. Bana göre dünya üzerinde şu zamana kadar çekilmiş en iyi film olma niteliğini taşıyor.

Mirova film puanı: 9.7

ufak tefek hatalar

itsatakan24

ufak tefek hatalar

Fark ettiğiniz gibi mobil sürümde profil resmi gerçek ismin üstüne geçiyor. Çok ciddi bir şey değil bende çok simetri hastası değilim ama zaten bu entry'nin de ismi ufak tefek hatalar değil mi? :D

Edit: başka kimsenin profiline bakarken bu sorun oluşmuyor bir tek kendi profilime bakarken oluyor.
1

wes anderson

itsatakan24
Filmlerini çok sevdiğim ve filmografisini (kısa filmler ve reklamları hariç) bitirdiğim yönetmendir kendisi.

Kendisinin filmlerinde genellikle yapı benzer birbirlerine. Renkli bir dünyada sıkıntıları olan ve bunlardan kurtulmaya çalışan insanlar. Tabii bazen farklı hikaye matematiklerine de gidebiliyor. Her şekilde kendisinin yaptığı filmler farklı hissettiriyor ve o evrene bağlıyor izleyiciyi. Hoş ve çok derine inmeyen, kafa karıştırmayan yer yer gerçek hayata ve filmlere gönderme yapan (french dispatch'te fransız yeni dalgası göndermeleri, isle of dogs'ta kurosawa göndermeleri gibi gibi) yapıdaki filmleri ve herkesin zevk alabileceği şekilde dizayn edilmiş bir yapısı var filmlerinde.

Sinematografi onun filmlerinde apayrı bir yer taşıyor zaten. İlk filmlerinde ufaktan simetriye uyan ama bazen uymayan yine de renk kullanımı konusunda ustaca bir iş yapan bir yolda ilerlerken sonradan (ki özellikle 2010'dan sonra) kendini simetriye daha çok bağlamıştır. Bence bu simetri hem onum filmlerine bir kimlik katarken hemde yönetmeni daha özel ve şahsına muhasır kılıyor. Ki aynı zamanda renk kullanımı daha sonraki filmlerinde daha da gelişmiş şekilde çıkıyor karşımıza. Özellikle stop motion filmlerinde (muhtemelen filmin stop motion olmasını getirdiği rahatlık ile) çok daha simetrik bir yapı mevcut.

Birde kendisi ünlü isimleri nasıl ayarlıyorsa hep aynı isimlerle çalışıyor ama bu isimler bilindik isimler de aynı zamanda. Edward Norton, Adrien Brody, Owen Wilson, Bill Murray, (bazen) Frances McDormand, Tilda Swinton, Williem Dafoe gibi gibi...

Ama özellikle bu son çıkaracağı filmde (Asteroid City) çıtayı epey yukarı çıkarmış kesinlikle. Tom Hanks, Bryan Cranston, Adrien Brody, Scarlet Johannson, Margot Robbie, Tilda Swinton, Steve Carell (ulan office abiyi bile getirtmiş oha be :D) Edward Norton, Bryan Cranston hatta Bill Murray'da olacaktı lakin kendisi filmin çekim dönemlerinde Corona'ya yakalandığından rolü iptal olmak zorunda kalmış :'(

Kendisinin favori filmim Royal Tennenbaums'tur ama şüphesiz Bottle Rocket ile gidip gelmekteyim. Kendisinin bazı filmlerinde kendimi bile gördüğümü söyleyebilirim. İzlemeyenlere öneririm kendisinin filmlerini.

Fikirleriniz nelerdir?

trainspotting

tevfik
Yaklaşık 17 yıl önce izlediğim filmdir. Yeniden hatırlayıp entry düzenlemem için bugün tekrar izleyeceğim. Birçok filmi unutulmaz yapan en büyük olay kesinlikle müzikleri diyebilirim. Bugün izleyip entry fikir ve düşüncelerimi yazacağım.
2

hababam sınıfı

secil
Komedi filmi olmasının yanı sıra içerisinde de oldukça duygusal sahnelere yer verilmiştir. Bu bahsettiğim seri 1980 yılı öncesinden önce olan hababam sınıfını anlatmaktadır. Kemal sunal, tarık akan, halit akçatepe, şener şen, adile naşit ve münir özkul gibi sanatçıların yer aldığı filmden söz ediyorum. Açıkçası ben sonradan çekilen hiçbir filme sıcak bakmıyorum (bkz: matrix) buna çok fazla örnek var. hababam sınıfır oyuncularından Hayatını kaybeden tüm oyunculara rahmet, hayatta olanlara ise sağlık diliyorum

matrix

yerlidalton
en son çıkarttıkları filmleri sevmediğim bir film fakat Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions filmlerini görmezden gelinemez. ben ilk çıkan üç filmine ayrı bir hayranlık duyuyorum.

matrix

secil
Başrollerini keanu abimiz ve carrie-anne ablamızın oynadığı 1999 yılında vizyona giren o muhteşem başyapıt. Açıkçası film serileri arasında en çok beğenileni kesinlikle ilk olanı diyebiliriz. Çekim için neo popişinden ter akarcasına yardırıyordu, amerika ciddi anlamda oyuncusunu yoruyor. Diğer serilerin pek hoşuma gitmediğini ve en son çıkarttıları filmin ise maalesef vasat olduğunu dile getirebilirim.

bicycle thieves

itsatakan24
1948 İtalyan yapımı Vittorio De Sica'nın yönetmen koltuğunda yer aldığı İtalyan Yeni Gerçekçi filmi. İkinci Dünya Savaşı sonrası zar zor bisiklet gerektiren bir iş bulup zar zor bir bisiklet alıp çalışan bir aile babasının bisikletinin çalınışını ve o adamın bisikletinin peşini sürmesini konu alıyor.

Bir buçuk saatte çok acayip yönlü bir film olmuş. Dün bitirdim. Bir buçuk saatte savaş sonrası İtalya'yı gösterirken bir yandan toplumun gelişmesinden zıt olarak kötüye ilerleyen toplumum ahlakını, (yer yer ufak ufak) toplumdaki statü farklarını, adalet kavramının günümüz toplumlarındaki ölüşü, bir insanın sonu çaresiz olacağını bilse de verdiği uğraşı ve kurduğu ümit, bir babanın ve en önemlisi bir insanın hakkının peşinde koşuşunu ve o kişinin psikolojisi efsane derece iyi işlenmiş hemde kısa ve öz biçimde. Filmde en ön plana çıkan şeyler filmin atmosferi, ana karakterin psikolojisi ve oyunculuklarıdır. Bu üç özellik filmin çok yönlü olmasına en çok katkıda bulunmuştur şüphesiz. Filmin hikayesi de elbet bulunmuştur katkıda fakat şüphesiz bu üç etmen en yüksek payı ellerinde bulunduruyor. Filmin atmosferine değinecek olursam tam İkinci Dünya Savaşının sonlarında çekildiğinden toplum atmosferleri sağlam ve gerçekten savaştan çıkmış bir milleti yansıtıyor. Bu özellik de filmde karakterimizin uğradığı haksızlığın nedenlerine katkıda bulunuyor. Bu sayede de filmde ana karakterimize iyi ya da kötü bir şey olduğunda daha vurucu hissetirmesini sağlamış zannımca. Oyunculuklar ise apayrı bir durum. Ana karakterimizin psikolojisi filmin her dakikasında çehresinde apaçık şekilde okunabiliyor. Bu sayede film bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Hem oyunculuk sayesinde karakterimizin düştüğü dramın vuruculuğu artmış hem de karakterin psikolojisini filmin her yerinde net biçimde görebiliyoruz.
Antonio'nun kah bisikleti aldığındaki mutluluğu ve yüzüne yansıyan ümidi ya da çalındığı vakit yüzündeki üzüntü ve çaresizlik veyahut bisikletini ararken hakkında bir ipucu öğrenemediği vakit yüzünde beliren öfke. Beni en çok etkileyen kısımlar şüphesiz Antonio'nun ilk bisikleti çalındığında oğluna bozulduğunu söylerken yüzü ve filmin sonlarında o bisikleti çalıp çalmamasına dair girdiği ikilem. Ki o sahnede de Rizzi'nin girdiği ikilem yüzünden efsane yansıyor. Sırf o sahne bile sosyolojik açıdan sağlam mesajlara ev sahipliği yapıyor bence.

game of thrones

secil
Hiç izlemediğim dizidir, fakat got izleyenler tarafından müthiş derece hayranlık duyulan dizi. Yakın zaman içerisinde çevremden duymazsam eğer mutlaka başlayacağım, insanlar çok övdükleri zaman sebepsiz bir soğuma oluyor.

quest for fire

oxlade
tarih öncesi insana ilgi duyanlar için harika bir başyapıt. bir dönemin insanının ateşi elde etmek için nasıl çabaladığını güzel bir hikaye ile anlatıyor.

black swan

itsatakan24
Darren Aronofsky yönetmen koltuğunda oturduğu 2010 yapımı film. Aronofsky bana soracak olursanız insanlığımızın içinden geçtiği problemleri süper bir görsellik ve güzel bir dram ile ekrana iyi bir biçimde yansıtıyor. Neyse sonradan Darren Aronofsky ile alakalı bir entry de girerim. Filmden bahsedeyim.

Film kusursuzluk kavramını gerçekten güzel sorgulamış.

Ona ihtiyacımız gerçekten var mı yoksa sadece kusursuz olduğu için mi hep ona yöneliriz gibi soruları da içinde barındırarak bu kavrama güzel bir sorgulama çıkartmış Darren Aronofsky ve ekibi.

Film yer yer tıpkı ana karakterimizin oynadığı oyun olan Kuğu Gölü'nü temsil ediyor. Karakterimiz film ilerledikce rolüne iyice kafayı takıyor ve bu yüzden gerçekte yaşanmamış şeyleri de görüyor. Tabii gerçekte yapmadığı şeyleri bir yandan da kendine uygulmaması dışında. İşte bu noktada da film kusursuzluk kavramının bedellerini epey güzel bir biçimde göstermiş. Film ilerledikçe karakterimiz hep önü körleşiyor (gerçekte değil tabii ama davranışları ve takıntılığı açısından) ve önü körleştikçe kendine verdiği fiziksel zararları ve çevresine verdiği duygusal zararları da görememeye başlıyor. Kendisi gerçektende bir beyaz kuğudan siyah kuğuya dönüşüyor da diyebiliriz. Özellikle de son gösterinin yapıldığı sahnelerden de bunu diyebiliriz. Siyah Kuğu'yu oynadığı kısımlarda mükemmel oynuyor ama bir yandanda artık o kadar gözü körelmiş ki kendine cam parçasını sapladığının bile farkında olamıyor. Bu noktada da kusursuzluğun insanı ne kadar köreltebileceğine dair bir mesaj vermiş olabilir bu film. Ayriyetten Siyah Kuğu rolüyle işi bittiği sırada hemen kulise gidip Thoması öpüyor ve hem dansıyla hemde sonra öpmesinden dolayı Thomas epey bir etkileniyor bunu yüz ifadesindende anlayabiliriz. Peki Kuğu Gölü oyunundaki Siyah Kuğu ne yapıyordu dersiniz? Aynen, Beyaz Kuğu'yu kurtarmaya gelen Prens'i baştan çıkartıyor bunun dolayısıyla da Beyaz Kuğu hiç bir yolu kalmadığı için dayanamayıp intihar ediyordu. Aslında bu noktadan itibaren şunu da diyebilirim ki bu film bence ana karaterimizin Nina'nın (vr dolaylı yoldan biz insanlığın) kusursuzluğa duyulan isteği ve kendi benliği arasında süre gelen dualist bir kişiliğinin savaşıdır.

Bu arada filmde bence Nina'nın annesinin eskiden şarkıcı olma sebebi ise hali hazırda senaryosunda ve başka elementlerinde ağırlıklı biçimde ilham alınan Perfect Blue filmine bir kez daha selam çakmak açısından olduğunu düştlünüyorum.

ufak tefek hatalar

secil
Elbette yeni bir projeye başlıyorsunuz sorunlar çıkıyordur fakat bu entry altında hatalardan söz edelim ona göre düzenlemeler yapılsın düşüncesindeyim. İstatistikler kısmına giremiyorum (kullandığım telefon iphone 12 mini) bilgisayarımda bakmadım fakat baktığım zaman yeniden yazacağım. Ve arama alanına yazdığımda üst tarafta boşluk oluyor o boşluğun çıkmasına anlam veremedim.

cem yılmaz

secil
Cem yılmaz, komedyen, senarist, oyuncu, yönetmen gibi birçok dalda kendisini kanıtlamış kişidir. Toplumda seveni olduğu kadar nefret eden kişi sayısıda çok fazla.

Senaristliğini ve oyunculuğunu bambaşka sevdiğim kişidir cem yılmaz. Özellikle g.o.r.a filmi, başrol olmadığı filmlerde dahi adam hakkını veriyor. Vizontole filminde fikri karakteri, organize işler filminde ise müslüm karakteri çok hoşuma gitmişti.

Birçok insan, cem yılmazın sadece küfürle ünlü olduğunu düşünmektedir. Böyle bir yanılgıya düşmenin açıkçası saçma olduğunu düşünüyorum, çok zeki bir insan. Bu kadar kaliteli espriler sadece küfürle oluşmaz.

Bu tarz insanlarla hemfikir olduğum bir nokta var diyebilirim o da erşan kuneri, maalesef çok fazla zorlama küfürler dönüyor. Gora veya arog filmlerinde küfürler o kadar belli olmuyordu, o kadar akıcıydı. Erşan kuneri dizisinde ise zafer algöz ve çağlar çorumlu harikalardı. Özellikle öğretmen kemal ve nazlı sahneleri hiçbir zaman unutulmaz düşüncesindeyim.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol